Okudum: Tatar Çölü

Tatar Çölü Dino Buzzati
Tatar Çölü

     Burak İhsan Çetinçeker'in aşağıdaki paylaşımıyla, okuma sıramda önlere tırmanan Tatar Çölü'nü nihayet bitirdim. Benim için müthiş yorucu bir romandı. Yazının kalanında tatkaçıran -spoiler- mutlaka bulunacağı için, henüz okumadıysanız yazının devamını okumamanızda yarar var, diyerek uyarımı yapayım.

    Kitapta Giovanni Drogo'nun yaşamına şahitlik ediyoruz aslında. Ama ben sanki kendi hayatımı okuyor gibiydim. Drogo, Bastiani Kalesi'ne genç bir teğmen olarak atanıyor. İlk başlarda oradan bir an önce ayrılmaya çalışsa da, zaman içerisinde oraya çakılıp kalıyor. Üstelik bir kahramanlık ümidiyle çakıldığı bu yer, aslında sadece alışkanlıkla sürdürülen bir tatsız yaşam. Ben de Bastiani kalesi kadar sıkıcı ve insanın az olduğu bir yerde çalışıyorum. Hani internet, radyo - TV yayınları olmasa; yaşadığım yerde hayatın durduğuna ve dünyanın geri kalanında da işe yarar bir şey bulunamayacağına bile inandırabilirim kendimi. Öyle tatsız bir yer. Ama insan seviyor da bir yandan. Beklemeyi, değişik bir şeylerin olmasını, kendini gösterebilme ihtimalini...

    Bu kitabı okumadan önce hayatımın şu anda geçtiği yer ve insanın sabit durmasıyla alakalı bir şeyler karalasam; muhtemelen okuyanlar "Tatar Çölü'nden çok etkilenmiş, kötü bir taklidini yazmış." derlerdi. Yazının en başında söylediğim, benim için müthiş yorucu bir kitap olmasının sebebi bu.

    Mevcut durumun ve mevcut durumu paylaşan insanların, ortak bir umuda bağlanması ve hepsinin birbirini oldukları yere sabitlemesini; Tatar Çölü çok iyi anlatıyor. Yazının bundan sonrasında, biraz kişisel davranacağım ve kendi hayatımdan birkaç örnek vereceğim.

    Çalıştığım ve yaşadığım yerde büyük bir olay olma ihtimali, yok gibi bir şey. Gerçekleşen en büyük olay, bir milletvekilinin ziyaret etmesi ya da kalabalık iki ailenin kavgaya tutuşması. Herhangi bir büyükşehirde, belki bir saatin olayı burada birkaç ayda ancak yaşanabilir. İnsanı müthiş rahat ettirecekmiş gibi gelen bu hal, bir yerden sonra "Lan burda hiçbir şey olmuyor." hissine dönüşüyor. Fakat bu sefer de insan, kendi bekleyişinin anlamsızlığından kaçıp "olan şeyleri büyütmeye" çabalıyor. Kendi kafasında da, sohbet ortamlarında da. Arada bir realist çıkıp saçmalamayın dese de, bu abartı durumunda pek değişiklik olmuyor.

    Hatta biraz daha ileri gidip, kavram olarak benim türettiğim "taşra dedikodusu" olayının bile sebebi, bu hiçbir şey olmaması hali bence. Taşra dedikodusu bitmez. Falancanın hanımını, filancanın kocasını, ötekinin kızını, berikinin oğlunu sürekli çekiştirir dururlar. Hani iyiliğine konuşuyor olsalar, belki kabul edilebilir. Ama o da nadir bulunur.

    Bir de diğer insanların alışkanlıklarına alışma hali var. Drogo'nun ilk atandığı sırada satrançta herkesi yenmesi ama sonrasında rakipleri tarafından tarzı öğrenildikçe gelen eşitlik hali gibi, herkesin her olayda ne yapacağını bilirsiniz. Birçok kişinin -particilik de yapacaksa, çakallık çukallık da yapacaksa- ezberinizdedir sıradaki hamlesi...

    Hal böyle olunca, zaman uzuyor ve geçmek bilmiyor. Godot'yu beklermişiz gibi, bekliyoruz. Ne Godot var ortada, ne de Godot yerine konulabilecek başka bir şey. Tatar Çölü'nde de bir sınır kalesinin bütün mevcudu, savaş bekliyorlar. Fakat savaş geldiğinde, biz orada savaşabilecek miyiz? O belli değil işte. Hadi daha fazla tatkaçırana maruz bırakmadan yazıyı bitireyim. Yoksa kitabı okurken alacağınız tat kaybolacak. 😀

İçerik Hakkında Bilgilendirme

Okudum: Tatar Çölü başlığıyla yayınlanan bu içerikte yer alan kitapla ilgili yapılan değerlendirme, kesinlikle reklam yahut iş birliği değildir. Kitapla ilgili bu içerik, yalnızca içeriği hazırlayan ilgili yazarın kişisel görüşleri ve önerilerinden müteşekkildir.
Daha yeni Daha eski

İletişim Formu